4 Aralık 2010 Cumartesi

Kayıp Kediler

  Uzun zamandır sokak hayvanlarına kendimizce bakmaya çabalıyoruz. Evdeki şirin kedimiz Haydut'un dışında...
  Hayatın omuzlarımıza ruhumuzu acımasızca kanatarak, tırmalayarak yüklediği yorgunluğunu o şirin, sevimli hayvanların gözlerinden bize akan sevgiyle atıyorduk.
 Ne kadar sevimli olduklarını, size nasıl bağlandıklarını zaman içerisinde onlarla hayatınızı paylaşmaya başladıkça öğreniyorsunuz... O emek verdiğiniz canlı da öğreniyor merak etmeyin...
  Ama yine hayat yormaya başlıyor insanı... Sakın ha sakın bunu bir hayvan yapıyor diye düşünmeyin. sakıın!
 Sokakta bakmaya çabaladığımız kedilerden bir kaçı  birden aniden kayboluyor. Arayıp bir türlü bulamıyoruz. Arıyoruz her sokakta, bizi ve o zavallı kediciği- kedicikleri gören görmeyen, tanıyan tanımayan herkese soruyor, fakirin ekmeği olan bir ümitle dolaşıyoruz. Heyhat nafile...
 Daha dün hiç ailesi olmadığı için adını YALNIZ koyduğumuz bir minik kedimiz kayboldu... Muhtemelen yine bir insanın yaptığı bir şey, bir nesne veya davranış o zavallı kediyi aldı bir yerlere götürdü. Belki de ölümüne sebebiyet verdi... Her ne kadar iyimser olsakta olmuyor, hayat yoruyor insanı yoruyor be kardeşim!
kayıp kedimiz YALNIZ
Biz böyle sokak hayvanlarına bir tas süt bir kap mama verdikçe sadece biz hayvansever oluyoruz... Apartmanda, sokakta, bahçesinde... İşte herkes evinin önüne veya kedilerin köpeklerin yaşadığı yerlere her akşam bir kap süt, bir kap yiyecek koysa ne iyi olur diyecek oluyoruz... Sadece diyecek oluyoruz. Ama hayat yoruyor gene insanı. Bir türlü derdimizi karşı tarafa anlatamıyoruz...
 Bir sokak köpeği geçiyor geceleri sokağımızdan... Korkmuş, psikolojisi yıkılmış, insanlara güveni eksi bilmem kaçlarda.
 Belki de tecavüze uğrayıp sadistçe işkencelere maruz kalmış. Üstelik bir ayağıda kırılmış... Topallayarak, inleyerek geçiyor geceleri. Bazen, bazen yatıyor korkarak bir arabanın altında... Korkarak uyumaya çalışıyor bir kuytulukta...
 O zavallı hayvanın gözlerine o bir şeyler anlatmaya çalışan masum gözlerine baktıkça, hırpalanmış ruhunu görüyor, için için hüzün ve utanç ağlıyorsun.... Çünkü onu bu hale geriren muhtelemen senin cinsinden... Yani bir insanoğlu... Belediyenin ilgili birimini arıyoruz... Çok geçmeden geliyorlar... Ancak hayvanı yakalama eylemi başarısızlıkla bitiyor... Zavallı köpek can havliyle kaçıyor... Görevliler arıyor ama bulunamıyor zavallı köpek... Kimbilir nerede... Şimdi pencerelerden akşamları gurbetteki bir yakını beklermişcesine bakıyoruz dört bir yana... 
 Sokağa her çıkışımızda arıyoruz kendi pencerelerimizden bakarak dört bir yana... . Hayat gerçekten yoruyor insanı... Anlatamıyor ve anlayamıyoruz herşeyi... Biraz sevgi, biraz merhamet, birazda anlayış katarsak hayata, inanıyorum ki daha az yorarız hayatı ha... Ne dersiniz?...

30 Kasım 2010 Salı

HAYAT YORGUNLUKLARI ÜSTÜNE...

  Gerçekten hayat her an yorar insanı. Şu dakikalarda bu yazıyı yazmaya çabalarken dışarıda çılgınca korna sesleri geliyor. Bir genç daha askere gidiyor... Bunu öğreniyoruz çığlık çığlığa geçen konvoydan. Bir de tabii bu asker gidecek geri gelecek klişesini...
  Hayat yorar insanı gerçekten, gerçekten yorar... Salt benim iddiam bu değil inanın.
 Bir düşünün kendi hayatınızı. Bir düşünün en yakınınızdaki tekil- çoğul yaşanmışlıkları...  
  Hemencecik görürsünüz. Çünkü hiç bir yere, hiç bir neştere, hiç bir botoksa saklayamayız bu yorgunluğu.. Ne bebek kordonu ne de başka boktan şeyler...Lütfen iyi bakın!
 Hemen şimdi bir aynaya bakarak kabul edin, hayat yorar insanı değil mi? Nasıl haklıyım işte...
 Kahretsin evet haklıyım...
Hem de ne yorar hayat... Hiç anlaşılmaz o yorgunluk... Oysa bize verilen , sunulan bu kurmaca düzenin o ince ince, o santim santim örülmüş karmaşası bizi yormak üzerine değil midir.
 Birde hayata bir sıfır, üç sıfır, ne bileyim çok sıfır mağlup başlayanlar vardır... İlk nefesi alamadan, ilk ıngaa!yı ağlayamadan bu dünyadaki hayata yorgun hoş gelemeyenler...
 İşte çoğunluğumuz hatta çoğunluğumuzun çoğunluğu hayata hoş gelemeyenlerden oluşmuştur... Evet hayat yorar insanı...
 Yetmez! Yetmez bu yorgunluk-lar!... Hayat dediğimiz nesne ya da her neyse! Birden fazla hayatın bir kaç hayatın kesişmesi veya hiç kesişmeden paralel sürüp gitmesine göre mi şekillenir?
Ya da bir avuç hayatın diğer hayatların hiç göremeyeceği lüks koşullarda devam etmesi için mi bu kadar yorucudur? Öyleyse nedir bu? Hangi insani ideoloji, hangi insani felsefe tam olarak insanın tam içinden yani tam içinden açıklar ki bu karmaşayı?

18 Kasım 2010 Perşembe

Merhaba

 Merhaba ben karikatürist ressam ve azıcıkta yazarlığa bulaşmış insan Yaşar Fırat. Bloguma hoş geldiniz. Başlıktan anlaşılacağı üzere hayatın insanları nasıl yorduğu ve insanları nasıl yorumladığına dair  yazılar olacak blogta....
 Yaşamın kendi doğası ve ritmini yitirmeden yazılarımın satır aralarında sizinde okumuşluğunuzu hissetmek ümidiyle.