Gerçekten hayat her an yorar insanı. Şu dakikalarda bu yazıyı yazmaya çabalarken dışarıda çılgınca korna sesleri geliyor. Bir genç daha askere gidiyor... Bunu öğreniyoruz çığlık çığlığa geçen konvoydan. Bir de tabii bu asker gidecek geri gelecek klişesini...
Bir düşünün kendi hayatınızı. Bir düşünün en yakınınızdaki tekil- çoğul yaşanmışlıkları...
Hemencecik görürsünüz. Çünkü hiç bir yere, hiç bir neştere, hiç bir botoksa saklayamayız bu yorgunluğu.. Ne bebek kordonu ne de başka boktan şeyler...Lütfen iyi bakın!
Hemen şimdi bir aynaya bakarak kabul edin, hayat yorar insanı değil mi? Nasıl haklıyım işte...
Kahretsin evet haklıyım...
Hem de ne yorar hayat... Hiç anlaşılmaz o yorgunluk... Oysa bize verilen , sunulan bu kurmaca düzenin o ince ince, o santim santim örülmüş karmaşası bizi yormak üzerine değil midir.
Birde hayata bir sıfır, üç sıfır, ne bileyim çok sıfır mağlup başlayanlar vardır... İlk nefesi alamadan, ilk ıngaa!yı ağlayamadan bu dünyadaki hayata yorgun hoş gelemeyenler...
İşte çoğunluğumuz hatta çoğunluğumuzun çoğunluğu hayata hoş gelemeyenlerden oluşmuştur... Evet hayat yorar insanı...
Yetmez! Yetmez bu yorgunluk-lar!... Hayat dediğimiz nesne ya da her neyse! Birden fazla hayatın bir kaç hayatın kesişmesi veya hiç kesişmeden paralel sürüp gitmesine göre mi şekillenir?
Ya da bir avuç hayatın diğer hayatların hiç göremeyeceği lüks koşullarda devam etmesi için mi bu kadar yorucudur? Öyleyse nedir bu? Hangi insani ideoloji, hangi insani felsefe tam olarak insanın tam içinden yani tam içinden açıklar ki bu karmaşayı?
Hiç yorum yok:
Yorum Gönder